Anların Farkındalığı

Hayatımızda asla dikkat etmediğimiz onlarca an var. Aslında oldukça kayda değerdir bu anlarımız. Benliğimize yön verir, bizleri biz yapar. Eğer bu anlara dönüp baksak muhtemelen kendimizi görürüz çünkü asıl olarak bizi biz yapan şeyin ne olduğundan haberdar değiliz. Çoğu zaman “bir kişi” olabilmek için anlamlı sözler ararız veya ağır acılarla savaşmayı bekleriz. Aslında bu bekleyiş anında şekilleniriz, biz oluruz, hem de hiç farkında olmadan.
İnsanın anlamsız kıldığı anlarda ruhu nefes alır ve kendisi farketmeden o anla bütünleşir. Siz sokakta yürüyüp giderken ruhunuz kendini saçma anlarla dans etmeye adamıştır. Bu yüzden dalgın oluruz, hiçbir şey düşünmeden boş boş yürürüz gibi gelir bize. Aslında öyle değil. Geçenlerde her zamanki gibi eve gitmek için asansörü bekliyordum. Durgunum tabii yorulmuşum artık. Kapı açıldığında önüme bakmadan içeri adımımı attım. Attığım gibi aynada kendiyle sevişen bir kadına çarptım. Klasik, “ay! uy! pardon” diyerek olayı geçiştirdik ve yolumuza devam ettik. Sonrasında ne kadar dalgın olduğumu, bu ders yükleri altında psikolojimin bozulup bozulmayacağını sorgulayarak odama girdim. Bir süre sonra kendimi odamdaki turuncu minik kasımpatıya boş boş bakarken buldum. O anın varlığından haberdar bile değildim ve o çiçeğe bakmak için hiçbir sebebim yoktu. Fakat huzurluydum sanki ruhum çiçeğin yaprakları arasında dans ediyordu. Bulduğu en ufak boşlukta kendine yer bulmaya çalışıyordu. Sonrasında düşündüm ki belki de ruhum o boşlukta kendine bir pay bulduğu için evime bir kasımpatı almışımdır ve bu yüzden hep çiçekli kıyafetler giyiyorumdur, bahsetmedim ama dolabım park gibidir. Sanki varlığından haberdar olmadığım bir an aslında beni şekillendiriyordu, aynı her insanı, onların ruhu duymadan şekillendirdiği gibi. Okuduğum kitaptaki, çocuğunun katil olmadığını kanıtlamaya çalışan bir polis, kahramanın da öyle aslında, kendisi bile söylüyor bunu: “Bir sürü kısacık an ve seçenek var. Önemsiz olduğunu düşündüklerim, gelip geçici dediklerim. Ama birikiyorlar. Sonra bir de bakıyorsun ki, seni alıp götüren bir ırmak olmuşlar. Seni gittiğin yere götüren.”( Nesbo 111). Aslına bakarsanız doğanın döngüsü de gereksiz anlar silsilesinden oluşur. Mesela Erik ağacından düşen bir erik ne ifade edebilir ki? En iyi ihtimalle bir canlı onu yer ve besin değerlerinden faydalanır diyebilirsiniz fakat çok daha karışık bir döngünün parçasıdır. Eriğin düşmesiyle, ağaçtan bir erik kütlesi azalır ve toprağa çarpar bununla birlikte etki ve tepki kuvvetileri ortaya çıkar. Bu kuvvetlerin arasında kalan karınca ölür, ve toprağa mineral olarak geri döner bu mineral bitkisel döngünün olmazsa olmasıdır. Tuhaf değil mi minik bir erik parçasının ağaçtan düşmesi bu kadar küçükken evrende gerçekleşen bu büyük döngülerde “olmazsa olmaz” bir etkiye sahip olması. Aynı ufak zevklerin tatmini ardından oluşmuş toplumlar gibi, en fazla 350 salisenin verdiği haz sayesinde hepimiz bugün anların içinde barınıyoruz. Mesela siz masanızda bu yazıyı okuyorsunuz, bense şu an bu yazıyı okuyacağınızı yazıyorum.
Biliyorum, biraz duyguyla harmanlanmış koca bir polisiye romanından sadece bu cümleyi çıkarıp ortaya koymak biraz garip olabillir. Fakat üstüne yüzlerce kelime yazabileceğim bir söz dizisini göz ardı edemezdim ve size söylemek isterim ki attığımız her adımın rüzgarı bize bir şeyler anlatıyor. Bizi biz yapmakla kendini meşgul ediyor. Ben kimim sorularının arkasında saklanan cevaplar minik tercihlerimizden ve görmediğimiz anlardan oluşuyor. Aslında ben benim, ben o minik anlarım, küçük kararlarımın sonucuyum. En güzeli de bunun farkındayım. Bir gün bu küçük anların değerlerini tam anlamıyla anlamamız dileğiyle…
Nesbo, Joe, Hayalet. Dost Körpe, İstanbul: Doğan Kitap, Ağustos 2017. Baskı
Yorumlar
Yorum Gönder