Yıkık Başlıklar Seremonisi
Bugünkü yazım başı boş bir yelkenli gibi yol alacak çünkü konumuz ne ben de bilmiyorum. Her anımız tonlarca emek gerektiriyor ve eminim ki insanoğlu bu emeği defalarca sorguladı. Sonuç alamıyoruz. Hiçbir sorgulamamız veya hiçbir çabamız bize tam olarak istediğimiz sonuçları getirmiyor. Bir an olsun durup bunu sorguladık mı? Tam olarak hedefime ulaştım işte buradayım dediğiniz bir anınız var mı bu hayatta? Belki de hata bendedir bu yüzden soruyorum. Ben hiçbir zaman evet oldu bu sefer diyemedim. Belki ben çok doyumsuz bir hayalperestim ya da siz, sevgili toplum çok boyun eğdiniz.
 |
|
Kalptir aslında insanı kendi yapan. Neyse benim kalbimi yakan şey o benim zaafımdır veya neyse benim kalbimi hızlandıran odur beğendiğim. Varlığının kalbe yansıyışıdır insanın benliği. Fakat zaaflar bir yana kalp başka bir yana ben biraz da yargılayıcı bakışlardan bahsetmekten isterim. Çünkü benim kalbimi yakanlardan sayılır bu hoşgörüsüz yargı. Yargının hoşgörüsü mü olurmuş? Neyse.. Şu gereksiz baskıydı konumuz. Bu bahsettiğimin toplumdaki gerilimle ilgisi olduğunu zannetmeyin, ben insanın kendi kendine yaptığı gereksiz baskıdan bahsedeceğim. Yoksa hepimiz biliyoruz at gözlüğüyle sevişenleri, bu sevişmelerle kavgalı olanları ve herhangi iki yola kendini aşırı kaptırıp insanlığını kaybedenleri…
Eskiden oldukça umutluyduk, gelecek diyince gözlerimiz parlardı çünkü gelecek güzellik getirecek demekti. Ama gelecek bizi sadece yordu. Torba torba hüzün getirip bazen yastığımıza bazen hiç olmadık yerde önümüze koyup ne yaparsan yap dedi. Biz hayatı eteklerinden çiçek dökülen bilge bir kadın olarak görürken hayat bize dişleri sararmış kötü kalpli müteahhit gibi davrandı. Peki neden biz en başından böyle zannettik hayatı, neredeydi bu işin ilüzyonu? Herkes çocukluğuna dönmek isterken nasıl oldu da herkes çocukların öldürülmesini susup izledi? İşte tam burda başlıyor hayal kırıklıklarımız.
Aslında sıkıntı hayatta değildi sıkıntı en başından beri bizdeydi çünkü biz sadece kendimizi düşünüyoruz. Ama bu bahsettiğim benliğe verilen değerden ötürü gelen bir bencillik değil. Bu bahsettiğim tam olarak hep ben hep bene geliyor. Mesela bazen okuduğumuz okuldan memnun olmuyoruz ben buraya ait değilim diyoruz ya da ben bunun için mi bu kadar çalıştım çabaladım ya da ben buraya geldim de şimdi ne olacak diyoruz. Hep bir şeyler diyip söylenip duruyoruz. Söylenirken geçen zamana gözlerimizi yumuyoruz. Tam o sırada bizim yaşlarımızda birinin eline silah verip bu senin görevin git öldür diyorlar. Ve yine tam o sırada bir çocuk kendine adı sorulunca savaştan dolayı kim olduğuna dair bir bilgisi olmadığını söylerken bir başka çocuk gökkuşağının yedi ayrı renginde dondurma aldığı için gülümsüyor. Ah! İyiki hatırlattınız, pardon bayım biz olduğumuz yeri haketmiyoruz müsait bir yerde inebilir miyiz? Suç kimde burada? Suç bende mi sende mi yoksa o küçük çocukta mı yoksa tanrıda mı? Aslında suç kimde hiçbir zaman bilemeyeceğiz. Bu dünya üzerinde bu suç mu onu bile bilmiyoruz ki. Neydi konumuz? İnsanların kendisine yaptığı baskıydı. Kendimi kahvaltıdan uğurladığım müşteriye iyi akşamlar diyen kasiyer gibi hissediyorum. İyi akşamlar.
Yorumlar
Yorum Gönder