Başlık biraz sert oldu sanırım fakat amacım sizlere İsveç'e giderkenki beklentilerim ve gördüklerim arasındaki farkı hissettirmekti.
İsveç'e gitmek benim için çok heyecan verici bir durumdu çünkü ilk Avrupa seyahatimi gerçekleştirecektim. Uçuş günü geldiğinde gülümsemekten yanaklarım ağrıyordu. Uçağa bindik ve çok da uzun sürmeyen bir yolculuğa başladık. Bir thy klasiği biraz yemek biraz film ve wup İstanbuldasınız. İstanbuldan sonra koşa koşa pasaport kontrolüne oradan da Gothenburg uçağına. 3 saatlik kısa bir yolculuktan sonra Gothenburg'u yukarıdan görmeye başlıyorsunuz. Benim ilk izlenimim orada vahşi yaşamın süre geldiğini düşünmek oldu. Yeşilden başka görebildiğiniz neredeyse hiçbir şey yok. Özellikle Istanbul veya Ankaranın kuşbakışıyla karşılaştıracak olursak Gothenburg'un doğayla bu kadar içiçe olması benim için kesinlikle rüya gibiydi.
Uçaktan indiğimizde hafif serin bir havayla karşılaştık. En sevdiğim şekildeydi ne çok soğuk ne çok rüzgarlı sadece serin... Tabii ki bir süre sonra kışlıklarınızı giymeye başlıyorsunuz :). Uçaktan indikten sonra ilk işimiz araç kiralamak oldu. Tabii ki İsveç'in nesi meşhur, volvosu. Hemen tatlı bir volvo kiralayıp otele doğru yola koyulduk. Her yer yeşil ve sakindi. Trafikte sigara içip telefonla konuşan teyzelerden amcalardan eser yoktu. Hele ki kamyoncu dayılar birer trafik polisine dönüşmüşcesine kurallara uyuyorlardı. Yarım saatlik yolculuktan sonra otele vardık. Biraz küçük odalı olsa da otelin bulunduğu yer huzur yuvasıydı adeta. Gece gündüz tanımadan her sokağı huzurla doluydu fakat biraz fazla sessizdi. Ne iş çıkışı ne iş girişi ne de okul çıkışı sokaklarda hep sakinliğin hakimiyeti üstündü. Sadece bir gün kiliseden çıkan kızların etrafta koşmasıyla biraz ses artmıştı fakat onun dışında biraz yaşlı bir insanin vücut bulmuş hali gibiydi. İlk gün bu sessizliği biraz da olsun bozarak otelin yakın çevresinde biraz gezindik. Bildiğiniz üzere İsveç'in parası oldukça değersiz. Bu yüzden oraya para bakımından çok rahat bir kafayla gitmiştim ta kii bir lahmacuna 200₺ verene kadar belki daha fazla. Evet sadece bir lahmacundu.. İsveçe olan ziyaretimden sonra bir yerin parasının değerine bakmaktan ziyade verdiği asgari maaşa bakmanın çok daha mantıklı olduğunun farkına vardım. İsveç'in asgari maaşı 7 bin tlye denk geliyordu. Anladığınız üzere benim dünyalar tatlısı öğrenci bütçeme hiç uygun olmayan fiyatlara sahip bir ülkeydi. Neyseki bu bir aile gezisiydi.
İsveç'te beni şaşırtan bir şey de insanların özellikle satış elemanlarının fazlasıyla neşeli olmasıydı. Müşteriye olan sevgi görülmeye değerdi, özellikle Ankara'da yaşıyorsanız ne yazik ki çoğu zaman bu ilgiyle karşılaşamazsınız. Bu neşeli satış elemanlarının arasında yapılan ufak bir alışverişten sonra otele geri dönüş yolunu tutmuşken bir Avrupa klasiği olan tarihi binaları inceliyordum. Gördüğüm kadarıyla Isveç'te her camın önüne aydınlatıcı bir eşya konuluyordu mum veya lamba tarzında. Bu ışıklar geceleri mutlaka yakılıyordu. Işıl ışıl bir görüntüye sahip olması yanında kesinlikle evin içini görmenizi engelleyen bu değişik iç mimari anlayışının vikinglere biraz ilginiz varsa onlardan gelen bir gelenek olduğunu ilk bakışta anlayabiliyorsunuz.
Her ne kadar fiyatlardan memnun kalmasam da huzur içinde birkaç gün geçirmek istiyorsanız bir bahar bahanesi olarak İsveç'in yollarını tutabilirsiniz. Bahar bahanesi dememim sebebi okullar kapandıktan sonra sokaklar çılgına dönüyor ve İsveç kış uykusundan tam anlamıyla uyanmış oluyor. Tercih sizin şimdiden iyi eğlenceler! :)
Unutmadan buradaki insanlar çiçekleri çok seviyor bu yüzden çok çeşitli ve oldukça sağlıklı olan rengarenk çiçeklerin tohumlarından alabilirsiniz. Sizin için bir kaç fotoğrafı aşağıda paylaşmış olacağım. :)
Copyright © 2018 Pelin Kuran. All rights reserved.
Yorumlar
Yorum Gönder